Kalp, ruh, nefis ve akıl nedir?

Kalp, ruh, nefis ve akıl nedir?

Bu söz iki manada kullanılır. Birincisi, insanin sol tarafında sol memenin altına doğru yerleştirilen çam kozalağı şeklinde bir et parçası demektir. Bunun içinde karıncık ve kulakcık diye anılan boşlukları vardır. İçi siyah kan doludur. Ruhun madeni ve kaynağı orasıdır. Cismani olan bu kalp, tababeti(tıp ilmini) alakadar ettiği ve bizim mevzumuzla alakası olmadığı için, ondan bahsedecek değiliz. Bu kalp, insanlarda bulunduğu gibi, hayvanlarda da ve hatta ölülerde de vardır. Biz bu kitapta kalpten bahsettiğimiz ve "kalp" dediğimiz zaman, maksadımız bu kalp değildir. Zira bir çeşit et parçası olan bu kalp, bizim için mühim sayılmaz. Bu kalp, değil insan, hayvanın bile görebileceği maddi bir varlıktır.




Kalbin İkinci Manası


Bir latife-i Rabbaniye-i ruhaniye olmasıdır. Yani gözle görülmeyen ruhani bir varlık olmasıdır ki, o kalb-i ruhaninin kalb-i cismani ile bir alakası vardır. İşte insanın hakikati bu kalb-i ruhanidir. İnsanda anlayan, alim ve arif bu kalptir. Hitap edilen, ikab(eziyet edilen) ve itab(azarlanan) edilen ve aranan yine bu kalptir. Bunun cismani olan kalp ile alakası vardır. Ruhani olan kalbin, cismani kalp ile alakasını anlamakta çoklarının aklı hayretlere düşmüştür. Bu alaka, arzın cisim ile veya vasfın mevsuf ile veya aleti kullanan kimsenin alet ile veya bir yerde oturan kimsenin o mekan ile olan alakası gibi midir? Yoksa bir yolcunun gemi ile veya kaptanın gemi ile olan alakası gibi midir? Bunda şaşırmışlardır. Bu hususların izahını iki sebebe binaen mahzurlu görüyor ve bu yüzden izahından saif-i nazar (görüş belirtmekten kaçınıyoruz) ediyoruz.

Birincisi, bu yönden açıklamanın mükaşefe (keşif, gizli şeyleri açığa çıkarma) ilmi ile alakalı olmasıdır. Halbuki biz bu kitapta mükaşefeden (keşiften) değil, muameleden (uygulamadan) bahsediyoruz. İkincisi de, bunun hakikatini ortaya çıkarmak, ruhun esrarını açıklamayı gerektirir. Halbuki Resul-i Ekrem’in (S.A.V.) konuşmadığı ruh hakkında başkasının laf etmeye hakkı yoktur. Bu kitapta “kalp” dediğimiz zaman, maksadımız bu ruhani kalptir. Gayemiz de onun haddi zatında hakikatini bildirmek değil, belki vasıf ve hallerini anlatmaktır. Zaten muamele ilmi, onun hakikatini anlamaya değil; belki sıfat ve hallerini anlamaya muhtaçtır.

Ruh Kelimesinin Manası


Ruh kelimesi de bizim konumuzla alakalı olarak iki manada kullanılır.

Birinci manası: 

Kaynağı, cismani kalbin boşluğunda bulunan bir latif (yumuşak, nazik, gizli) cisimdir. Damarlar vasıtasıyla bedenin her tarafına yayılır. Görmek, duymak, koku almak ve benzeri hasselerle hayat nurunun buradan a’zalara (organlara) akması, odanın köşelerinde dolaştırılan lambadaki ışığın o köşeleri aydınlatmasına benzer. Zira lambayı hangi köşeye getirirsen orayı aydınlatır. Hayat, o köşede meydana gelen aydınlık gibidir. Ruh ise lamba gibidir. Ruhun sereyani (yayılmayla alakalı) ve batıni hareketi, o lambanın köşelerde dolaşması gibidir. Lambayı elde köşelere dolaştırdıkları gibi, ruhu da damarlar vasıtasıyla bedende dolaştırırlar. Tabipler “ruh” dedikleri zaman bu manayı kastederler ki,(kalp hararetinin yaktığı latif bir buhar demektir. Bunu açıklamak, gayemizin dışındadır. Bununla alakadar olanlar, bedenin tedavisi ile uğraşan tabiplerdir. Allah'a yaklaştırmak için kalbin tedavisi ile uğraşan din tabiplerinin, bu ruhu açıklamakla bir alakaları yoktur.

İkinci manası: 

O; insanın, görülmeyen, müdrik ve alim olan bir parçasıdır. Nitekim kalbi tarif ederken bir mana olarak bunu anlatmıştık. Allahu Teala’nın:

“Sana ruhtan sorarlar, de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (17 İsra suresi 85. ayet meali) buyurduğundan muradı da, bu ruhtur. Bu, acayip bir emr-i Rabbani’ dir ki, bunun hakikatini akıl ve fehimlerin(zekilerin) çoğu anlamaktan acizdir.

Nefis Kelimesinin Manası


Bu da iki manada kullanılır. Bizim konumuz her iki mana ile de alakalıdır.

Birinci manası: İnsanda gazap(öfke, kin) ve şehvet(cinsel arzu) kuvvetini toplayan bir manada kullanılmasıdır. Nitekim bunu ileride açıklayacağız. Tasavvuf erbabı ekseriyye (çoğunlukla) bu kelimeyi bu manada kullanır. Zira onlar nefis demekle insanda kötü vasıfları toplayan bir aslı kastederler ve “nefis ile mücahede edip onu kırmak lazımdır” derler. Nitekim Resul-i Ekrem (S.A.V):

“Senin en büyük düşmanın, iki koltuğunun arasında seni kuşatan nefsindir.”(1) buyurmakla bunu kastetmiştir.

İkinci manası: Kalp ve ruh kelimelerinde anlattığımız ikinci manadır ki, insanın hakikati ve kendisi demektir. Fakat bu, nefis hallerinin ihtilafı sebebiyle muhtelif niteliklerle vasıflanır. Mesela, emir ve irade altına girip şehvetlere karşı koyabilmesi sayesinde sükuna kavuştuğu zaman ona “nefs-i mutmainne” denir. Nitekim bu gibi nefisler hakkında Allahu Teala: 

“Ey huzur içinde olan nefis, hoşnut etmiş ve edilmiş olan Rabbine dön.” (Fecr suresi: 27-28) buyurmuştur. Şüphesiz birinci manadaki nefsin, Allah’a dönmesi düşünülemez. Zira o nefis, daima Allah’tan uzaklaştırıcıdır ve aynı zamanda şeytanın avenesidir. Ne zaman tam manasıyla sükuna kavuşmaz ve fakat şehvetlere karşı nefsi müdafaa eder ve ona karşı direnmeye çalışırsa, buna da “nefs-i levvame” denir. Zira sahibinin mevlasına karşı ibadetindeki kusurundan dolayı sahibini yerer. Allahu Teala’nın:

“Ve nedamet çeken nefse yemin ederim ki,” (Kıyamet suresi 2. ayet meali) buyurması ile, bu nefis beyan buyrulmuştur. Şayet şehevi nefis ile muaraza(kavga) etmez, şehvetlerin arzularına ve şeytanat yollarına uyar giderse, buna da “nefs-i emmare” denir. Nitekim Allahu Teala Yusuf Aleyhisselam’dan veya Aziz'in hanımından hikaye yolu ile:

“Ben nefsimi tezkiye(temize çıkarmam) etmem. Zira nefis kötülükle emreder(Yusuf suresi 53.ayet meali) buyurmuştur. Bununla beraber kötülüğü emreden nefsin, birinci manada anlatılan nefis olduğunu söylemekte caizdir. Şu halde birinci manadaki nefis, son derece mezmum(kötü) ikinci manadaki nefis ise makbuldür. Çünkü Allahu Teala’yı ve diğer malumatı bilen insanın zatı ve hakikati demektir.

Nefsin diğer mertebeleri ise aşağıdaki gibidir.


nefis mertebeleri

Akıl Kelimesinin Manası



Akıl da kalp, nefis ve ruh gibi, muhtelif (çeşitli) manalarda, müştereken kullanılır. Nitekim bunu ilim bahsinde anlatmıştık. Gayemizle alakalı olan, aklın yalnız iki manasıdır.

Birinci manası: Eşyanın hakikatini bilmekten ibaret olan akıldır ki, kalpte bulunan ilim sıfatından ibarettir.

İkinci manası: “akıl” denmekle, ilimleri anlayan manası murad olunur ki, o zaman da, kalbin kendisi olur. Halbuki biz biliriz ki, her alimin, bizatihi(yalnızca) kendisi ile kaim(mevcut) olduğu bir varlığı vardır. İlim, o varlığa giren bir vasıftır. Sıfat ise mevsufun(vasıflanan) aynı değildir. Bazen akıl denir ve bununla bilen kimsenin vasfı murad edilir. Bazen de akıl denilir ve idrakın mahalli yani idrak edenin kendisi kastedilir. İşte, Resul-i Ekrem’in:

“Allahu Teala'nın ilk yarattığı akıldır.”(2) buyurduğu akıl budur. Zira ilim manasında olan akıl, araz(sıfat)dır. Araz’ın bir, mahalle ihtiyacı olduğu için, ilk yaratılmasına ihtimal verilemez. Mahallinin(mekanın) daha önce ve hiç olmazsa kendisi ile birlikte yaratılması iktiza eder. Aynı zamanda cevhersiz araz’a hitap da mümkün değildir. Bu hadisin devamı ilim bahsinde geçmiştir. 

Verdiğimiz bu izahattan şu isimlerin manalarının mevcut olduğu anlaşılmıştır. Onlar da kalb-i cismani, ruh-i cismani, nefs-i şehevini ilimleridir. Şu dört manaya da bu dört kelimeyi ıtlak etmek efdaldir. Bir de beşinci mana var ki, o da insanin müdrik ve ilim olan beşinci bir cüzü demektir. Şu dört lafız bütün mevcudiyetleri ile bu esas üzerine devreder. Demek ki,;lafızlar dört olmakla beraber manalar beş oluyor. Aynı zamanda her lafız iki manada kullanılıyor. Alimlerin çoğunu şu lafızların ihtilafı ve bu manalarda kullanılması şaşırtmıştır. Bakarım ki, onlar hatıralardan söz ederken; bu, akıl haritası, bu, ruh haritası, bu kalp haritası ve bu da nefis haritasıdır” derler. Fakat bunları gören bu isimlerin manalarının farklarını bilemez. İşte bunların yüzünden perdeyi kaldırmak maksadıyla bu isimlerin açıklanmasını öne aldık. Kur’an ve hadiste kalpten bahsedildiği zaman, murad olunan mana, eşyanın hakikatini insanın anlayıp bildiği manadır. Bazen göğüste bulunan kalp zikredilir ve kinaye yolu ile bu mana murad edilir. Çünkü o ruhani kalp ile bu cismani kalp arasında kendine mahsus bir irtibat vardır. Her ne  kadar ruhani kalbin bütün beden ile rabıtası varsa da bu rabıta, cismani kalbin vasıtasıyladır. İlk rabıta cismani kalp iledir. Sanki cismani kalp onun yeri ve memleketidir, onun alemi ve binitidir. Bunun için Sehl-i Tüsteri, kalbi Arş’a, göğsü de Kürsi’ye benzetmiş ve: “Kulb Arş, göğüs ise Kürsi’dir” demiştir. Bu sozünden, kalbin meşhur manasıyla onun Arş’ı ve, Kürsi’si olduğunu murad ettiği sanılmamalıdır. Zira böyle anlamak muhal(imkansız)dir. Belki onun muradı, buraların, Allahu Teala’nın dilediği gibi tasarruf edeceği memleketi olmasında, tedbir ve tasarrufu için ilk uğrak olmalarındandır. Allahu Teala’ya nisbetle Arş ve Kürsi ne ise, ilk mecraya nisbetle kalp ve goğüs de odur. Bu benzetme de, ancak bazı hususlarda doğru olabilir ki, onunla ugraşmak mevzuumuza muvafık düşmez, bunun için ondan sarf-i nazar ediyoruz.


Dipnotlar:

1-) Beyhaki "Zühd" kitabında İbni Abbas'tan rivayet etmiştir.

2-) Davud b. El-Mecd "Kitabu'l Akl" de mürsel olarak rivayet etmiştir.


Kaynak 

İhya'u Ulumi'd-din, İmam Ebû Hâmid Muhammed bin Ahmed Gazali et-Tûsi, Çev: Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, Cilt: 3 Syf: 9-13

[full-width]

0 Comments

Yorum Gönder